Yanlışlama denemeleri - 1



Dibe vurmalısınız. Ben dedim diye olmayacak bu. Siz fark etseniz de olması zor. Değişmekten dönüşmekten bahsediyorsunuz ya! İktidarların şeffaf ve herkese eşit yönetimiyle (bkz. http://www.ntvmsnbc.com/news/470173.asp) falan gerçekleşecek şeyler değil bunlar. (Gerçi sizin istediğiniz değişimle benim kastettiğim arasında Paris Hilton ve Ross Daly kadar fark var!) Sosyal ilişkiler ağında kırılmalar ve kopmalar yaşanmadığı sürece bireyler her zaman denetim altında tutulacaklardır. Bireyler bu ağlardan kurtulamadıkları sürece de değişmekten bahsetmek boşboğazlık, yalancılık ve hatta öküzlüktür. Bireylerin kopuşunu gerçekleştirmek extreme durumlar gerektirir. Extreme durumlar aslında çok da extreme değil. Yani sürekli gördüğümüz ama bizi değişime ne kadar yaklaştırdığını göremediğimiz olaylar yaşıyoruz her gün: Ölümler, kazalar, okul bırakmalar, aile içi çatışmalar (birileri ailesiyle her gün tartışan bir genç ergene bunun çatışma olduğunu Marxist bir dille anlatsa mesela, genç ergenler aileden iyice kopsa) vs… Ve bence bunların en etkilisi aşk. Seveceksiniz sevileceksiniz, terk edecek ve terk edileceksiniz, bir aşağı bir yukarı koşacaksınız, nerede durduğunuzu anlamayacaksınız, ne yapacağınızı bilemez hale geleceksiniz. İşte o noktada nefes alıp düşünmeye başlayacaksınız. Ve anlayacaksınız ki o güne kadar yaşadığınız her şey yalan. Hadi Giddensçılık oynayalım ve yumuşatalım: yalan değil belki, ama inşa edilmiş şeyler. Değerlerimiz diye sarıldıklarınız mesela… Eskiden onlar yoktu. Sonra zaman içinde yavaş yavaş inşa edildiler hepsi. (Kabul ediyorum, inşa etmeyi Giddens’ın kullandığı gibi kullanmamış olabilirim. Ama o da her şeyi saptırıyor anlatırken. Kızılçelik’e göre Marxizmi çatışmacı kuram olarak ele almak, Dahrendorf gibileri Marxist saymak başlı başına bir hatadır) Aşk da öyle. Modern zamanlara özgüdür, aşk deyip üzerine kitaplar yazacak kadar tanıdığınızı zannettiğiniz şey. Tanımadığınızı da iddia edebilirsiniz ama aşka atfettiğiniz kutsallık ya da hayatınızın en önemli şeyi olmasını sağlayan şey ne peki? Neden son 500 yıldır kitaplar kutsal bir sevginin etrafında dönmekte? Sevgi kutsal mıdır? Hayat gerçekten sevgiyle mi başlar? Ya sevgi de yalansa?
Şimdi burada yazanlar bildiklerinizi tersinden okutabilir veya hepsini çöplüğe atmanızı gerektirebilir diye okumayı bırakacaksanız kendinize entelektüel diyemezsiniz. Zira Foucault (1988)bilginin entelektüel için işlevinin onu şaşırtmak olduğunu söyler; aksi taktirde bilgi biriktirmek kuru bir iştir. (akt. Bayart, 1999: 10)(Ki “düşünmek” de diyalektik bir süreçtir. Kafanızın içinde çatışan fikirler yoksa sadece bilgileri topluyorsanız bunun adı düşünmek değildir. Zihnindeki çatışmaları fark etmek ve onları çözmekle yükümlüdür düşünen her insan. Böyle yapmıyorsanız düşündüğünüzü iddia etmeyin; siz yalnızca düşünüyor gibi yapıyorsunuz. Toplumsallaşma sürecinde içselleştirdiğiniz şeyleri olumluyorsunuz.) Şaşıracaksınız, yolunuzu kaybedeceksiniz ve icap ederse –ki etmesi de gerekiyor artık, nedir bu uykusu insanoğlunun, yirminci asırdan kalan!- yolunuzu değiştireceksiniz. Yollar bittiyse yeniden yaratacaksınız. (İşte size nihilizm! Hiççilik deyip sizi kandıranlara inat, nihilizm kendini, kendi ahlakını yeniden yaratma sürecidir!) Heyhat! “Henüz görülmemiş o kadar çok tan kızıllığı var ki… “ (Rigveda)
Diyorum ki aşk modern zamanlardan kalma bir yalandır. –Ankara’da post-modern zamanlarda mı yaşıyorsunuz sayın yazar bozuntusu?- Sahi bu şehirde henüz ortalıkta yok gibi post-modern kanıtlar. İletişim teknolojilerini ve birtakım değişimleri(!) kanıt olarak sunmaya kalkmayın sakın. Muhafazakarlaşan post-modern mi olur? Bundan bahsedenler olsa olsa geveze konformistlerdir.
Diyorum ki yine de aşık olun. Kendinizi Genç Werther sanın, Nothing Hill’daki karakterler olun ve öyle yaşayın aşkınızı. Delirin. Mümkünse yüksek bir yerden kendinizi atın. Kavgaya girin. Paranızı bitirin. Aç kalın. Yağmur altında çıplak ayakla koşun. Dağ evine yerleşip birkaç ay yaşayın. Ayrı düşün. Bir trene atlayıp aşkınızın peşinden Hindistan’a gidin. Saçmalayın. Ve bir gün, bitsin. Bittiğinde hala uyanamadıysanız, uyandığınızda hala aynı ahlakı yaşayan aynı insansanız tekrar aşık olun. Aynı değerlerle farklı şeyler yaşayın. Ta ki ölü taklidi yapıp düşünmeye başlayana kadar.
Kaynakçamsı:
Bayart, J-F. (1999) Kimlik Yanılsaması, (çev. M. Moralı), İstanbul : Metis
Giddens, A. (2005) Sosyoloji İstanbul: Ayraç
Nietzsche, F. (2003) Tan Kızıllığı. Ahlaksal Önyargılar Üzerine Düşünceler, İstanbul : Say
*Kızılçelik S. Hangi kitabında okuduğumu hatırlamıyorum.

ni dieu, ni maitre, ni l'homme

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder