Yanlışlama denemeleri - 1



Dibe vurmalısınız. Ben dedim diye olmayacak bu. Siz fark etseniz de olması zor. Değişmekten dönüşmekten bahsediyorsunuz ya! İktidarların şeffaf ve herkese eşit yönetimiyle (bkz. http://www.ntvmsnbc.com/news/470173.asp) falan gerçekleşecek şeyler değil bunlar. (Gerçi sizin istediğiniz değişimle benim kastettiğim arasında Paris Hilton ve Ross Daly kadar fark var!) Sosyal ilişkiler ağında kırılmalar ve kopmalar yaşanmadığı sürece bireyler her zaman denetim altında tutulacaklardır. Bireyler bu ağlardan kurtulamadıkları sürece de değişmekten bahsetmek boşboğazlık, yalancılık ve hatta öküzlüktür. Bireylerin kopuşunu gerçekleştirmek extreme durumlar gerektirir. Extreme durumlar aslında çok da extreme değil. Yani sürekli gördüğümüz ama bizi değişime ne kadar yaklaştırdığını göremediğimiz olaylar yaşıyoruz her gün: Ölümler, kazalar, okul bırakmalar, aile içi çatışmalar (birileri ailesiyle her gün tartışan bir genç ergene bunun çatışma olduğunu Marxist bir dille anlatsa mesela, genç ergenler aileden iyice kopsa) vs… Ve bence bunların en etkilisi aşk. Seveceksiniz sevileceksiniz, terk edecek ve terk edileceksiniz, bir aşağı bir yukarı koşacaksınız, nerede durduğunuzu anlamayacaksınız, ne yapacağınızı bilemez hale geleceksiniz. İşte o noktada nefes alıp düşünmeye başlayacaksınız. Ve anlayacaksınız ki o güne kadar yaşadığınız her şey yalan. Hadi Giddensçılık oynayalım ve yumuşatalım: yalan değil belki, ama inşa edilmiş şeyler. Değerlerimiz diye sarıldıklarınız mesela… Eskiden onlar yoktu. Sonra zaman içinde yavaş yavaş inşa edildiler hepsi. (Kabul ediyorum, inşa etmeyi Giddens’ın kullandığı gibi kullanmamış olabilirim. Ama o da her şeyi saptırıyor anlatırken. Kızılçelik’e göre Marxizmi çatışmacı kuram olarak ele almak, Dahrendorf gibileri Marxist saymak başlı başına bir hatadır) Aşk da öyle. Modern zamanlara özgüdür, aşk deyip üzerine kitaplar yazacak kadar tanıdığınızı zannettiğiniz şey. Tanımadığınızı da iddia edebilirsiniz ama aşka atfettiğiniz kutsallık ya da hayatınızın en önemli şeyi olmasını sağlayan şey ne peki? Neden son 500 yıldır kitaplar kutsal bir sevginin etrafında dönmekte? Sevgi kutsal mıdır? Hayat gerçekten sevgiyle mi başlar? Ya sevgi de yalansa?
Şimdi burada yazanlar bildiklerinizi tersinden okutabilir veya hepsini çöplüğe atmanızı gerektirebilir diye okumayı bırakacaksanız kendinize entelektüel diyemezsiniz. Zira Foucault (1988)bilginin entelektüel için işlevinin onu şaşırtmak olduğunu söyler; aksi taktirde bilgi biriktirmek kuru bir iştir. (akt. Bayart, 1999: 10)(Ki “düşünmek” de diyalektik bir süreçtir. Kafanızın içinde çatışan fikirler yoksa sadece bilgileri topluyorsanız bunun adı düşünmek değildir. Zihnindeki çatışmaları fark etmek ve onları çözmekle yükümlüdür düşünen her insan. Böyle yapmıyorsanız düşündüğünüzü iddia etmeyin; siz yalnızca düşünüyor gibi yapıyorsunuz. Toplumsallaşma sürecinde içselleştirdiğiniz şeyleri olumluyorsunuz.) Şaşıracaksınız, yolunuzu kaybedeceksiniz ve icap ederse –ki etmesi de gerekiyor artık, nedir bu uykusu insanoğlunun, yirminci asırdan kalan!- yolunuzu değiştireceksiniz. Yollar bittiyse yeniden yaratacaksınız. (İşte size nihilizm! Hiççilik deyip sizi kandıranlara inat, nihilizm kendini, kendi ahlakını yeniden yaratma sürecidir!) Heyhat! “Henüz görülmemiş o kadar çok tan kızıllığı var ki… “ (Rigveda)
Diyorum ki aşk modern zamanlardan kalma bir yalandır. –Ankara’da post-modern zamanlarda mı yaşıyorsunuz sayın yazar bozuntusu?- Sahi bu şehirde henüz ortalıkta yok gibi post-modern kanıtlar. İletişim teknolojilerini ve birtakım değişimleri(!) kanıt olarak sunmaya kalkmayın sakın. Muhafazakarlaşan post-modern mi olur? Bundan bahsedenler olsa olsa geveze konformistlerdir.
Diyorum ki yine de aşık olun. Kendinizi Genç Werther sanın, Nothing Hill’daki karakterler olun ve öyle yaşayın aşkınızı. Delirin. Mümkünse yüksek bir yerden kendinizi atın. Kavgaya girin. Paranızı bitirin. Aç kalın. Yağmur altında çıplak ayakla koşun. Dağ evine yerleşip birkaç ay yaşayın. Ayrı düşün. Bir trene atlayıp aşkınızın peşinden Hindistan’a gidin. Saçmalayın. Ve bir gün, bitsin. Bittiğinde hala uyanamadıysanız, uyandığınızda hala aynı ahlakı yaşayan aynı insansanız tekrar aşık olun. Aynı değerlerle farklı şeyler yaşayın. Ta ki ölü taklidi yapıp düşünmeye başlayana kadar.
Kaynakçamsı:
Bayart, J-F. (1999) Kimlik Yanılsaması, (çev. M. Moralı), İstanbul : Metis
Giddens, A. (2005) Sosyoloji İstanbul: Ayraç
Nietzsche, F. (2003) Tan Kızıllığı. Ahlaksal Önyargılar Üzerine Düşünceler, İstanbul : Say
*Kızılçelik S. Hangi kitabında okuduğumu hatırlamıyorum.

ni dieu, ni maitre, ni l'homme

YAZ boşluğu


soyut..
soyut denilen bir kelime ilen giris yapmak ne kadar kalemi zorlayici oldu an icin..sonradan kalem kelimesinin elle tutulur bir cisim olabilmesi rahatlatti bunyeyi..elle tutulup,gozle gorulebilmesi mi inandirici,ikna edici..yoksa cisim ve ornek olarak sekle girmemis olmasi mi korkutucu halen..'kin' denilen ve hicbir alisweris merkezinde satilmayan ve kutsal kitaplarda bile yer eden bu hissiyatli kelimecigin icine dahil olmak isteyenkisiyim an icin...
hirsin,ofkenin,acinin,korkunun,hice sayilmanin,farkedilmemenin,oc almanin,tatmin olmanin,egonun,sehvetin ve kanin cazibesini hatirlatmakta,en azindan okunup,izlenen,dinlenen ornekler dahilinde..
karanlik koselerdeki aglara takilma uzerine kurulu avlanma stratejisi...aydinlikta da gorunmeyen aglar..beklenen ve beklenmeyen anlarin kullanilmasi stratejisi..kelimeler ve orneklerle betimlemenin sorumsuzlugu..insanin dogayi kustahca taklit etmesi..orumcekten-kartala kadar tum canli-cansiz varliklara hukmetme,ayaginin altindaki avini fotograflamasi..guc, egemenlik, meydan okuma, sahip olma..zayiflik..
yazik..
soyut..
kelimeler, ne kadar kolay kisisellesebilen iletisim somunlari...kisinin anlam,ifade ve kahramanlari..
spiraller...
sonu olmadigi dusunuldugu halinde, daima baslangic noktasi olan akil oyunlari oyuncaklari..yasaklar,izinler..birbirini takip eden, birbirinin aynisi olan noktalar butunu..bir oncekinin bir sonraki yuzunden kabul gordugu,ve sadece birbirinin kopyasi ego-ist istekler, arzular,hirslar v.b milyon kelime dizisi..
soyut..
olmadigi halde olurlugu kabul edilenler..insanin dogayi taklit ederek uyusturmalari zorlamalari..cinslerine ayirmaktan, cinsiyetlerine ayirmaya kadar..taki atomlarina ayirip yok olduguna kanaat getirinceye...ayriliktan cikan enerjinin korkunc cazibesi..
spiraller..
baslangici unutulmaya mahkum formlar..soyutlananin dahil oldugu hirsli, yuz temizleyici solucan kabuklari..sinirlarini kabul eden,boyun egen ve bunlari belirleyen insanoglunun,kisisel ozgurluk adina topraga bagli yasanan,sosyo-iktisadi-politik-kimyasal eglenceleri..
soyut..
ifade edilmek istenenin zorlugu yazisi..istenilene ve de dusunulene mudahele ihtimali..oldurmenin gururu ve dogurmanin utanci..zor olanin kolay olmasi..iyinin kotu de olabilmesi..rahatligin sikistirilmasi..sikisikligin rahatlik olmasi..isigin geri donmesi..frenlenen isigin aynaya takilmasi..bilmemek..bilinmemek..dusunuyorum o halde varim denilen anin daim olmasi..cismin yokluguna karsi varliginin kabulu..
sonsuz anlayis..
anlayisin sinirlara girmemesi..yada..sinirin anlayisin ta kendisi olmasi..kaosun zafer olmasi...




quito - Postmortem dirilişin kahraman

KAR ve Diken



Uzak diyarlarda bir ev sobayla ısınan. Ve asla ısınmak için kömür kullanmayan bir soba. Sonra kokusu soğuğun. Çünkü yakmamışlar sobayı hala. Üşüyor beden yorgana sarılıp. Soğuk ter süzülüyor sırtta o bürünmenin verdiği sıcaklıkla birlikte. Isınmak iğrenç çünkü hiçbir zaman tam olmuyor kafa üşüyor burun üşüyor. Yorganı kafaya çeksen bunalıyorsun nefes alamıyorsun.
Bir şekilde kalkılıyor, kaldırılıyorsun. Hayat bir tiyatro bizler oyuncularız geyiği yapmayacağım şimdi ama bir şey var o yataktan kalkarken sanki iplerinden tutup kaldırıyor vucudunu birleri çayı doldururken demlikten ellerini kollarını hareket ettiriyor birileri bunu anlıyorsun çünkü ne yataktan kaktığının farkındasın ne yudumladığın çayın tadının.
Uzak diyarlar buralar telefonun çok az bazen de hiç çekmediği yerler. Memnunsun bu halinden ama internet yok bir kere. Garip internetsizlik. Gazete bile yok burada. Ama televizyon var o ayrı başköşede o. Ama izlemiyorsun sen. Neyi izleyeceksin ki?
Dışarıda kar yağıyor sonra birdenbire. Yalan söyledim hiçbir şey birden bile olmaz. Yağıyor işte sen kaçırmışsın başlangıcını o kadar. Çıkıyorsun aslında o ipler gene devrede. Götürüyor aşağılarına köyün deresinin oraya seni bu ipler. Kar güzel bir şey anlıyorsun yürürken. Sallıyorsun ayaklarını karlara doğru savuruyorsun serbestçe, özgürce. Özgürce mi dedim ben? Hani o zaman ipler nerde? Gülümseme geldi bak yüzüne.
Kar güzeldi, kar temizdi. Sonra ağaçlar var kat kat kar altında kalmış. Ama görünüyor pislikleri yine de. Tek bir çiçek yok hiçbir şey her şey beyaz ve pislik renginde. Yerlere bakıyorsun ve onu görüyorsun dikeni. Diken çıkmış başını kaldırmış karların içinden. Hani gülün diyorsun ses yok. O zaman diyorsun ki işte dikeni o ipler tutmamış kaldırmamış öyle dimdik. Ama gül iplerin elinde. Dikeni seviyorsun artık. Diken denince aklına acıtır, incitir saçmalıkları gelmiyor. Canını yakanın özgürlüğü geliyor aklına nasıl vurdumduymaz olduğu nasıl etkilediği seni bu yönüyle.
Sonrası aynı hep ben artık değiştim, değişeceğim yalanı. Dikeni feyz aldın bu sefer sadece. Ertesi gün kalkacaksın kaldıracaklar seni yine soğuk sobanın ısıtamadığı soğuk odanın içinde.



Ori

Biz bunları yermiyiz?


Bu ara hepimiz birşeyleri yiyip duruyoruz.Popüler kültür , zamlar , postalın postmodernizme uzanan elleri.Yemesekte gargara yapıyoruz belkide.İnanmakta istiyoruz yediklerimize başka inanıcak birşeyimiz kalmadığı için.Farkında olmadan yarattıkları dünyanın içindeyiz artık ve birçok soytarılıkla,içimizdeki pisliği yüzümüze vuran her kurgu bizim zannediyoruz.Ulus devleti , laiklik tartışmalarını , yemek programlarını mesela...

Bizim olmayan ne varsa ordayız artık .
Birileri soytarı! 10 tane simite 102 ytl ödüyor ,
birileri soysuz ! 300 milyona hazırlanan sofraları beğenmiyor.
Acitasyonuyum ben bu hikayenin yemediğim şeyleri yiyorum bunlarla yada yediklerimi , yemediğim şekillerde yutuyorum. Sokaklar yanıyor dünya sokakları , oralardan seslenen adamlarda var mesela bu toprakların evladı. Metin Yeğin mesela , kendide kabul ettiği sığıntılığı içinde yanan sokakları , direnen insanları özgürlükleri , yaşama arayışlarını anlatmayı dert edinen adamlar bunlar. Biz yemekteyiz oysa Metin Yeğin gibi nice adamı soframıza almıyoruz. Tuzumuz eksik , acımız fazla, ağızımızdan çıkarıyoruz yutamadıklarımızı ...

Meşhur olmak istiyoruz deliler gibi , üretemeyen şarkıcılarımız , konuşamayan politikacılar , güzel vucutlu aptal kızlarımız gibi ... Hiçbirimizin farkı yok onlardan ve onlarınki kadar anlamsız , üretme kabızı olan yaşamlarımızı gömüyoruz başkalarının hayatlarına.Big brother'ı şokla karşılayan insanların yaşadığı çoğrafyamda artık izlenmeyen hiçbirşey kalmamıştır. Mobese hariç değildir bu konuya.İzlenmek ; izlenilmek istemek gibi yeni sorunlar yaratır kentlilere .Potansiyel yarışmacılar vardır her programın izleyicisi içinde.Çünkü kendi sığlımızda yarattığımıza inandığımız her beceri , her hobi her kent oyuncağı , sizi izlettiricektir.
Aptal olduğunuz için insanlar sizi sevmiyor mu , çok mu ukalasınız , yada herşeyin en iyisini ben bilirim mi diyorsunuz ? İşte yarışmaya hazırsınız artık , zırhınızı kuşanın , kepçelerinizi ve tencerenizi hazır edin ... Aç olduğunuzu unutun , memur olduğunuzu , issiz olduğunuzu , kocanızın sırtından geçindiğinizi .Ezilmişlilklerinizi unutun artık başkasının parasıyla yaptığınız yemeklerde rating rekorları kırabilir, insanlarıın kalbini parça pinçik edebilir, sofraya kusabilir , heryerde kıl arayabilirsiniz.Ödül 10 000 ytl ne eder hesapla 10 simite 102 ytlden ...

Peki yaşama haklarımızın , kendimize ait olanların bu kadar kolay paylaşılabilmesinin sorumlusu inançlarımız değilmi?
.Bize ahlak dersleri veren basın ,
kurallar koyan devlet ,
sınırlarla tanıştıran ulus bilinci.
Bunlara inandırdılar bizi,ve biz onlara verdik kendimizin üstündeki tüm yetkilerimizi.Kuklayız artık , acımasızıyım ben bu hikayenin ,
kuklalarız artık, ipleri olmayan uzaktan kumandalı cinsinden.Kitlelerden bahsetmiyorum burda , basite indirgeme söylediklerimi . Yamalı kuklardan bahsediyorum sana , kimini kolu kopuk kiminin bacağı , işin içine bile girmez sınıf bilinci. Kurtulmalıyız kuşkusuz kitlelerin ağırlığından , kuşkusuz unutmalıyız kasıntı marksistleri , katil komunistleri , ulusalcıları, milliyetçileri. İsyan kültürümüzü yaratmalıyız yeniden , bu çağa yaşadığımız hikayelere uygun . Dinleyip yazmalıyız yazdıklarımızı , uyanıp yazmalıyız . Gündelik olanı deşmeliyiz , bize sürekli sunulanı.Ve tüm tedbirlerine rağmen tahakkümlerin birden olmalı isyan ve şimdiyi bağırmalı , Kurtalabilinecek tek şeyi ''AN'ı kurtarmalı,alınıp satılamamalı , izlenememeli.
''Şimdi baştan soruyorum sana '' Neden sadece soframıza konulanlardan ibaret bu yemek , ve neden beğenmesekte iştahla yiyoruz?''
Susuyoruz , yabancılaşıyoruz herşeye...
Yeme bunları ey okur yeme!.. Yaratmalıyız inanan birşeyler,
doğacak yeni güne!

Cemboyver - Anarşik Düşünür taşınır

SALDIRGAN İMGELER VE VAHŞİ HAYVANLAR ZAMANI


Tebrikler Foucault sen kazandın...
Her yer direniştir artık çünkü kapitalizm direnişi metalaştırmıştır.Minör politikanın şehirlerdeki kazanımı, Maoist Nepal gerillalarını daha şehre inemeden alt etmiştir.

Direniş imgesini güçlendirmek ve yaymak, bu amaçta örgütlenmek, propagandansını yapmak hainliktir! Hepimizi minör, hepimizi azınlık yapmak; direnişi katletmektir; çünkü bu normale karşı anormalin, törpülenerek şiddetsizleşmiş, koyunlaşmış yeni iktidarı, yeni tahakkümüdür. Bu açıkça yeni normaldir!

İsyana omuz vermek, halaylara karışmak değil, şimdi bombalamak, sarsmak, nefret ettirmek, kin kusturmak, mide bulandırmak, tırnak çekmek, kırbaç vurmak ve nal takılmamış atların tırıs koşularında, her bir adımında acı içinde şahlanmak istemesi gibi haykırmak, öğürmek ve bu planlı toplumsal cinnet-ül cinayete karşı çıkmak zamanıdır!
Direnişle savaşma zamanıdır!

Bize gereken kandır, şiddettir, terördür! Çünkü televizyonda gösterilmeyen, çocuklara öğütlenmeyen, çizgi filmi, t-shirtü yapılmayan bunlardır. Ve bunlar ki; işsiz, sömürülmekte olan, safi bilinçdışı yaşayan kitlelerin güncel hayatının, sokağının temel imgeleridir.

Fabrikada, iş yerinde, evde, kahvede, sokakta... direnişçi işgal kapitalist işgaldir!

Şiddet! Ancak planlı bir proganda olarak değil -çünkü bu apaçık faşizmdir, sistemcildir, direnişçildir-, rassal ve içgüdüsel, kendiliğinden ve imgesel/eylemsel bir şiddet... Saldırı!
Artık yeni devrimin özü budur!

Bulunduğumuz yer kapitalist imgenin dağlarıdır, imge gerillalar olarak tek derdimiz keyfekeder bir şiddet olmalıdır! Çünkü sarsıcı ve devrimci olabilecek elimizde kalan tek şey artık budur.

“Sadece kötü değil aynı zamanda aptalca olan saldırılara karşı korkumu belirtmek istiyorum; çünkü onlar hizmet ettikleri amacın nedenine zarar vermişlerdir. Ancak suikastçiler hem aziz hem de kahramandırlar. Onlar, vahşi unsurları unutulduğunda, sadece onlara ilham veren ve onları azize çeviren gerekçelerle hatırlanılacak ve tebrik edileceklerdir.”

E. Malatesta

Zythum

Rüzgar Çıksa da....



Bir rüzgar çıksa da artık dağıtsa şu koca kalabalığı…
Omuzlarımın üzerinden çenemin altına kadar uzanmış kalın damarlarım,daha ne kadar gerili durabilir?beynimin,taa ayak ucu damarlarıma kadar pompaladığı hırs,acı suyunun burukluğuna kaç yıl dayanabilirim?
Düşünebildiğime göre hidrojen bombası benim yanımda ne kadar tesirlidir?öldürmek mi önemli olan oldurmak mı?bizim malımız olan kalabalıklar bizim olarak kalmalı.
Ucuz değiliz ki!Ucuz değiliz her pazar tezgahında tezgah üzerine çıkarılalım…
Ki,kendini çok yıllar önce alemleri fethetmiş gerçeğin kölesi olarak kabullenmiş…Kabullendiği günden beride,efendi olmuş dünyaya…Şimdi?Şerefli efendilikten,iğrenç kölelerin kölesi olmaya…İşte o istikamete doğru dolu dizgin bir gidiş…Bu gidişi daha ne kadar seyredebilirim?Sabır ya katlanmak ya bunu adı…
Katlanıyorum başlangıçlara ve sonuçlara
Bu ne zevktir ki insanı düşünce kazanlarına atar.tekrar tekrar…
Zemine döşenmiş mayınları topluyorum
Her birini avuçladığımda yeni yaşamlar kök salıyor gökyüzüne.
Gökyüzüyse o zaman..hadi serüvenlere kapılmış bir kabile olalım.Denizler bizim olsun kıtalar basılmamış ayakların.güneş yaksın tenimizi ellerimiz olsun küreklere asılan her defasında tutkuyla.Ordular olmasın hakimiyetimizde.ben’i biz yapalım hadi…
Yağmur damlaları kadar özgürüz aslında.
Boş bir dans pisti ve gökyüzünden ağaç yapraklarına uzanan merdivenler…
Ey ağaçlar ey ayaklı dünyalar!
Nedir istediğiniz?nedir bu gece bekçiliğiniz?suskunluk her defasında bozuyor zemini
.hadi uzatın bir dalda gökyüzünü renklendirelim.hadi uzatın bir dalda dibe inelim en dibe.
Kuytuda kalmışları çıkaralım deliklerinden.kuytuya çekilen görse de kimin geldiğini,gelen göremez ki nereye geldiğini.tarifini etsem de kıvamını tutturamazsın diyen ukala bir tavır farzet bunu.Beklide bir gazete parçası yada bir hikaye..
Belki bir şemsiye ıslanmaman için,yada belki bir saç tokası.
Farkında değilsin beklide bir fincan kahvedir aç karnınla yudumladığın.
Saçmalarken belki gözüne takılandır.belki evinizin çatısıdır su akıtan.
Yada gökyüzünde gözüne takılan bir kuştur.
Gözyaşların olmuştur beklide…
Yakınında olup ta göremediğindir.ne kadar bağırsan da,mırıldansan da beklide o şarkı değildir.
Yada sensindir o şarkı,göremediklerinle birlikte.gökyüzünde bir kuşsundur!uzaktan hiçbirşeyi seçemeyen ve algılayamayan olmuşundur artık…
Belki belki belki…
Sensindir insanları şemsiye altlarına sokan ıslanmamaları için,sensindir bir hikaye,bir gazete…
***************************************************
******************************
******************
**********
****
*
Çekt Çektiğim her soluğun her anın rengi yeşil. . .
Tırtılın inadı yaprağın yeşilini bitirir. ama tırtıl kendi ölümüne gidecek bu yolu seçmez.
O küçücük dünyasında kendi sonunu verir. Ve başını kaldırınca göğü, maviyi görür.
O son çizgide buluşu mavinin-yeşilin.
Uçsuz bucaksız ovaların, denizlerin ve dağların, alabildiğine uzanan çayırların, başakların ve güneşin gölgesinde kocaman bir ömrün bir anlık soluyuşu ne kadar değerli ve ne kadar istenesi bir durum.
Ama özlemi çekilen o anlar ve günler tırtılın yaprak yorgunluğuna yenilmemeli.Kabuğundan çıkan böceğin ipeğe dönüşmesi gibidir "ölüm" yada kendini ateşten sakınmayan pervane gibi yakıcıdır "hayat"
olması gereken ile olanın savaşı. . ............................................................................................................................................................................................
Biz nasıl olsa bir yerde ıslanabileceğimiz yağmur damlaları bulacağız
Olmadı biz yağmur olup yağacağız.
Bırakalım ve seyre dalalım akşam üstü gölgelerini'Tıpkı sağda solda, şurda burda...
Otururken bir masa başında
ya da tanıdık tanımadık sokaklarda yürürken...
Bitirirken ya da yenisini alırken hayallerimizin...
Gündoğumlarını hiç beklemedik ama varsın doğsun yeni gün...
Bu demektirki yeni bir akşam üzeri bekliyor bizi...
Bırak aksın şarkı...
Senin, benim ve çizgi roman kahramanlarının gerçekte yaşadığına inananlar için...
Moqui - Eli kalem tutan Şipşakçı

NEFRET KOKUSU

Nefret kokusu uyandırmamaya seçenek bırakmayan yaşam salmıyor beynimi saran zehri… Bir zaman sonra alevlerin ortasında kalıp ne yapacağını bilmemenin vermiş olduğu korkuyla sabitliyorsun kendini kaçma imkanın varken… Beyninin bir ucunda sınırın ötesinde bekleyenlerinin aslında sahte fakat o anı gerçek kıldıran haykırışlarını umursamayarak teslim etmeye hazırlanıyorsunuz aslında sana ait olmasına hiç izin verilmemiş ve nerede olduğunu bilmek istemediğin halde sana gösterilen çizgiyle titreştirilen ruhunu… düşünme ile uçuşan zaman esnasında “ sen olmayan sana “ tırmananları itiyorsun hislerinle üfleyerek… yüzlerindeki silinmiş maskeyi kazıyorsun var gücünle kırıntı kalmasına nefes vermeyerek… alevlerin arasında üşüyorsun adeta zıtlığın tadına ilk defa bakarcasına… beynindeki yıldızları çarpıştırıyorsun gökyüzüne inatla, özgürlüğün damarına basarak artık benimsin dokunabiliyorum olmayan cismine ey mavi hüzün diye haykırıyor beynin yıllardır beklediği anın hazzıyla kızıl alevlerin içinde… tanrı bağırıyor sonra, haykırılanın kendisi olduğunu sanarak ; “sen o idin o da sen artık “ Görmeyen gözlerini açtığında görüyorsun bu defa gerçek olan gerçekliğin gerçekleştiğini… gökyüzü senin artık…


Çekirdek Prenses - Tarih bilimci ulu şahsiyet

YOLCULUK BUNALIMLARI


Raylar bakışlarım kadar soğuk, gece yüreğim kadar karanlık. Uyku ile uyanıklık arasında bir yerdeyim 2 numaralı vagonun 9 numaralı koltuğunda. Algılarım o kadar da net değil. Sadece gürültülü bir müzik ( ne olduğunu anlayamadığım ) ve salt muhabbet olsun diye edildiğini tahmin ettiğim birkaç sözcük çalınıyor kulağıma. Bir süre koltuğumda ayılmaya çalıştıktan sonra araya gidip sigara içmek için kalktığımda saat 03.03. Herkes uykuya yatmış. Vagonun içinde ağır ayak kokusu ve loş ışıktan başka dikkat çeken hiçbir şey yok. Düğmeye basmama gerek kalmadan açılan kapıdan geçerek vagon kapısının önünde durup, camdan yansıyan siluetimi seyretmeye başlıyorum. Kafamı bir anlığına kaldırdığımda ise bir daire içinde sigara işareti üzerinde bir çarpı. Doğruya trende sigara içmek yasaktı unutmuşum. Keyif benim ben içerim kime ne. Gecede ki tek sıcaklık, kibritin alevi özlem gideriyor sigaramla. Birden Prometheus zannediyorum kendimi. Bu kadar basit olamaz herhalde Prometheus olmak. Alt tarafı bir sigara yaktın dünyayı değil ki. Derin bir nefes çekiyorum sigaramdan, makinistte sirenin ipini. Hayatta tren gibi lineer bir yolda ilerlese ne olurdu diye düşünüyorum. Sıkıntı basıyor yüreğimi. Vazcayıyorum bu fikirden, hayat böyle daha güzel. Bırak dolansın dursun kendi karmaşasında.
Tutturmuşlar tebdil-i mekanda ferahlık vardır diye benle kesişen yanı yok ki bunun. Her nerde isem orda kalmalıyım ben. Her yolculuk bir eksiliş, bin zulüm bana. Yinede nedenini bilmeden seviyorum yola düşmeleri. Camdan dışarı gecenin içine bakmaları ve vagonların tekerleklerinin raylarda çıkardığı sesleri…
Ama nereye gittiğini bilmemek, evet belki biletin üzerinde Haydar paşa yazar ama o sadece bir isimden ibaret, kocaman bir boşluktur sesinin ilerleyemediği…
Işığın boşlukta ki hızı ne kadardı bu arada. Kütlesi sıfır olan bir cisim gibi ışık hızında küt diye aklıma düşüyor bu soru. E=mc2 mi acaba. Sanki hayatta ki tüm eşitlikleri, eşitsizlikleri çözdüm geriye bu kaldı. Anlaşılan uykusuzluk iyice sersemleştirdi beni. Uyumalıyım tek kişilik koltuğumda yeni bir güne uyanmak için. Ne de olsa her yeni gün bir umuttur. İyi geceler tatlı rüyalar.

Pukeneka - AKTİF ANARŞİŞT

TARİFSİZ KURABİYELER


Bir kadın sebeplerini fazla kurcalamayacağı mutsuzluklarıyla yüzüme baktı bir gün, aylar önceydi, tesadüf eseri bir aradaydık. Dikkatlice inceledi beni hiç rahatsız etmeden. Bir bebeği olsun istiyordu ama olamıyordu. Kocasını ikna edip doktora götürebilse belki olacaktı ama bu konuyu da fazla kurcalayamazdı. Hareket edebileceği yaşam alanının sınırlarını başkaları belirlemişti çoktan. Kabullenmişlik belki de vazgeçmişlikle demlenmiş sessizliği gözlerinde kuytu bir köşeye gizlenmişti. O gün bana bakarken bir yandan da benim sınırlarımı kolaçan etti aynı demlenmiş sessizlikle. O gün, o an susup duyumsadıklarımız karşısında tarifi en kolay olanı seçtik; birbirimize yemek tarifleri verdik. Gazetelerin verdiği yemek kitaplarından biriktirdiğini, fazla olan birkaç tanesini bana verebileceğini söyledi çekingen bir gülüşle. Elinde ki çok az şeyin fazlasını bana vermek isterken o, ben saatlerdir ona baktıkça kalbime akanlar ile dopdolu ayrıldım oradan. O günün üzerinden aylar geçti, benim bir sürü olayın, olgunun tarifini yapmakla uğraştığım aylar. Bir kaç gün önce biri aracılığıyla yollamış bana sözünü ettiği yemek kitaplarını. Unutmamış! O gün anlatamadığımız, tarifini yapamadığımız belki de hiç yapamayacağız onca şey yemek kitapları biçiminde elimde bugün. O kitaplara her bakışımda içimde yükselen deli gibi ağlama isteğini mutlu kurabiyeler şeklinde yaşama sunacağım. Ve bir gün biri benden yaptığım kurabiyelerin tarifini isterse asla veremeyeceğim!


Vakayi Hayriye - Cocuk OYUNCAKCISI

Atinada Yanan Ateş : Yamanmış Hayatın İsyanı


Yama ezilenlerin hikayesinde büyük bir yer kaplar .Anlamlı bir bütün değildir yama bir parçadır sadece.Olmayanın yerine eklenmiş, olmayanın hikayesini ,kapanan deliğini ifade eder.Yama dürüsttür, ben deliktim der. Bütünün parçası olduğunu kabul etmeden hep üsttedir biraz.
Aslında ezilenin yaşamı yamalardan ibarettir birazda , yada '' yama '' ezilenin dilinden türemiştir demek istisnai durumlar haricinde gayet gerçektir.Herşeyini yamar ezilen , satın alamadığı gücü yetmeyen , yeni baştan yaratamadığı... Kendi yeniden üretiminde dahi yamalarla kuruludur dünyası, kapitalizmin yok ediciliği içindeki küçücük kalan düşük ücreti yamayarak, bakkal borcu kapatarak , kredi kartlarıyla ,yaşadığı kentin talanlarıyla geçer...Borç yamadır, olmayanın üstüne suni enformel bir yapıştırmadan ibarettir.Bisilkleti düşün mesela ey okur.... en eğlenceli yerinde lastiğin patlamıştır, artık bisikletin varlığı beş para etmemektedir, ki benim çocukluğumun dünyasında bisiklet herşeydir, o ezildiğinin farkına varamadığı sokak çocuğunun , ilk markalaştığı noktadır birçok zaman.Vites sayın kadar sokakların efendisi olursun, frenin tuttukça arkada bir tekerleğin olduğunu kavrarsın.İşte o frenin patlak bir lastikle ilişkisi kadardır , yama ve tekerleğin anlamı.Bir çok şeyi yapıştırır hayatına ezilen ; milliyeti, devleti hatta 16 yaşında polis kurşunuyla gelen ölümleri.Karakolların yerine inşa edilmesi en olası lunaparklar bile mutsuzluğun yamalarıdır bir çok zaman.Ki yinede her atlı karınca , coplu amcalardan daha özgürleştiricidir.
İşte bizim hikayemizde yamalarından sıkılan insanın hikayesidir bir nevi.Toplumları salt adlandırmalar yaparak anlamaya çalışan bir çok görüş inandırıcılığını yitirirken varlığını sadece kendinden alan yapılara insanın yaklaşması pek şaşırtıcı olmasa gerek.Doğaya dönmeye çalışan insanın hikayeside burda anlamlanır, yanlız saklanan bir anarşistinde. Kapitalizmi ve aslında temel olarak devleti açıklamaya çalışan , dikte eden, söven eleştiren bir çok düşünce ( Büyük teorileri kastetmekteyim) artık yetersizdir, ne marksizmin diyalektiği sınıf olmayı açıklayabilmekte , ne weberin akılcı bürokratik toplumu ,ne yapısalcılık , ne AGİL kuramları... Gezegen değişti, kurgular küçüldü sunileşti,bunu gözlemlemek için televizyon izle ,sinemaya git dilencilik yap gör yeterki, en uzlaşmayan marksistin ideolojisi bile eklemlenmiştir artık ,ordan burdan çalar fikirleri,fikirlerini yamar
.Yamalar o kadar çok yer kaplamaktaki bünyelerde , 1. dünya savaşında bir dilencinin hayatını ikame ettirmesi çok daha kolaydı.Bireysel ilişkileri çeşitli şekillerde sınırlandıran, bürokrasiyi bir çok alanda aptal yerine koyan ama içten içe kaçınılmaz gören, tüketimde sınırsızlaşan, sınırsızca çeşitlenen bir dünya yarattık kendimize.Bol paçalı dar belli pantolanla, dar paçalı bol belli pantolon arasında çoğalttık seçenekleri.Çoğalttık diyorum çünkü kimsenin bende daha akıllı (aynı şekilde sendende) olduğuna inanmıyorum, reklamın dahi çocuklarınıda burdan kınıyorum,onursuz mesleklerin zavallı meleklerisiniz.Farkında olmadan yazdıkları alt okumalarla değiştirmediler dünyayı çünkü, biz üretmekten vazgeçtik ve onları dinledik.Çünkü üretmek insan için bir lükstü artık .Üretim sınırlı saatler içinde , yorucu vardiyalarda yapılan yabancılaştıran bir konum aldı.Belki venedikli tüccarların bile kurgularında olmayan o büyüyen insan ,etrafını yamamaya başladı.Çünkü insan olmak diye inandırdıkları kölelerini bürokrasiye boğup, sürekli eklemleyip saatli bomba gibi kurdular. Her şey eklemlenebilirdi tüketen insanın hikayesine , NLP, hobiler, fobiler , depresyon , şizofreni, boş zaman...Yamalar her yerde, görülen ve görülmeyen.Cümlelerde , kelime köklerinde dahi bulabilirsiniz onları.''Kadercilik'' misal en tehlikelerinden biri, ateist kapitalistlerinde kaderinin olduğuna inanabilen ezilenin ''korkup saklandığı yeri''.
Ve sen unutma şimdi ,herşeyi eklemlendi , kurgulandı , otobüsler konuldu işyerlerine saatinde gidilip , sevmediğin işleri yapman emredildi,ki her zaman daha iyisini aradın!.SEN ! kağıtlara boğuldun. SEN! köşeye sıkıştırılıp çaresiz bırakıldın, çünkü yamaların var senin ve üretmeyi unuttun .Eylem falan yapamazsın sen ''ulus devletine bir tehtid olmaksızın''. Korkaksın demiyorum şehirlerinde yaşıyosun seni yaratanların , ki en büyük cesaretindir ''ezilen''; senin ayak altında dolaşmaya devam etmen.
Bende senim ,ayrı bir yerde değilim senden, ağzıma geldi söyledim sadece eklemlendim yeniden belkide desem olmayacak .Yamalarıma isyan ediyorum!
Bugun Yunanistanda olan şey budur,Ne saçma sapan konformistlerin milyarlık köşe yazılarında yazdığı yok olan ütopyalar vardır bu dünyada nede provakatörler.Ütopyalar ölmemiştir sadece kafalardaki devlet ölmüştür.Terör bu yüzden kocaman bir yamadır hayatta.Birilerinin yazı yazabilmesi için korktukları herşeydir terör.Evet çocuklar sokakta oyun oynamaktır belkide ? Peki sen ne kadar büyüdün o inandığın devletin içinde?
Bu yüzden tek başınadır aslında eylemci tek başına çıkar sokağa bağırır, devletin aygıtlarına bu yüzden saldırır.Çünkü o kurşunla ölen kendisidir aslında .İki gün önce dur ihtarına uymayan bir burjuva genci,dün yunanistanda 16 yaşında bir hayalbaz ,bugün işyerinde rahat koltuğunda hiçbirşey olmamış gibi davranıp herşeyden korkan ,anksiyetik ilaç bağımlısı olan SEN!
Herkez provakotördür kendi başına bağırabildiğinde ,yamalarından sıyrılmaya çalıştığında, tahakkümlerden rahatsız olduğunda.Bunun yeridir esas sorun ve o yer sokaktır.İşte bu yüzden Yunanistan'ı terör değil, yamadığı sokaklar yakmıştır.
Demogogta olabilirim provakatörde, burjuva çocuğunun hikayeside herbiri kabulumdur, nasılsa hep uydurup yaşadın kendini kandırdın,o kocaman yamaları farketmedin bile. Oysa onlar yamayım diyor hep sana , bütün olamayan sen ve suni çıkıntıların...İlaçlarını al şimdi yeni bir iş günü başlıyor.Uyandığında kuş gibi hafif olucaksın ...


CEMBOYVER -Anarşik PAYLAŞIMCI